İstanbul deyince aslında bu şehrin binalarından, camilerinden, çeşmelerinden, yollarından söz etmiyoruz. İstanbul, burada yaşayan insanlar demek. Şehre kimliğini onlar kazandırıyor.

Şehirler insanlara benzer 1Şehirler insanlara benzer. Yıllar sadece bizim değil, onların da görüntüsünü değiştirir. Dünyanın en güzel, en eski şehirlerinden İstanbul da böyledir. O da sürekli değişiyor. Bazı eski özelliklerini kaybediyor, bunların yerine yenilerini edinerek hayatını sürdürüyor. Değişmeyen tek şey İstanbul’un her zaman için önemli bir şehir olmasıdır.

Tarih boyunca milyonlarca insan bu şehrin topraklarında yaşadı. Birinin yaptığını diğeri yıktı. Onun yıktığını daha sonra bir başkası tekrar yaptı. Bu şekilde İstanbul sürekli değişip durdu. Fakat her zaman varoldu. Var olacak da… Gerçekten de Rüknü Özkök’le Eray Canberk’in kitaplarına verdikleri “Ömür Biter İstanbul Bitmez” adı gibi, ömürler bitiyor ama İstanbul hiç bitmiyor.

İstanbul değişiyor dedim. Fakat bu kendi kendine olmuyor tabii. Onu biz insanlar değiştiriyoruz. Aslında İstanbul, içinde yaşayan insanlar demek. Yani ona kimliğini biz veriyoruz. Ya da kimliğini biz kaybettiriyoruz da diyebiliriz.

Tarih kitaplarında büyük savaşları, antlaşmaları okuyoruz. Büyük devlet adamları, sanatçılar, bilim insanları hakkında kitaplardan bilgi edinebiliyoruz. Peki 200 yıl önce bizimle aynı topraklarda yaşamış insanlar hakkında neler biliyoruz. Yani bu şehre gerçek kimliğini kazandıran insanlar hakkında. Bu aslında en az demin saydıklarım kadar önemli bir konu. Mutlaka araştırılması, kayda geçirilmesi gereken bir konu hem de…

Büyük bir araştırmacı

Şehirler insanlara benzer 2İşte Mehmet Halit Bayrı bunu yapmıştı. İstanbul folkloru hakkında çok önemli çalışmaları olan Bayrı, 1896’da İstanbul’da doğdu. Eğitimini İstanbul’da tamamladı. İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesinden mezun oldu. Henüz çok genç bir yaştayken I. Dünya Savaşı çıktı. Çanakkale cephesine gitti. Terhis olduktan sonra  edebiyat çalışmalarına başladı. 1925’te İstanbul Belediyesi’nde işe girdi. Birçok farklı görevde bulundu. 1953’te emekliye ayrıldı. Emeklilikten sonra ölümüne kadar İstanbul Çocuk Esirgeme Kurumu İl Müdürlüğünü yaptı. Bayrı bu işleri geçimini sağlamak için yapıyordu. Asıl ilgi alanı Türk Folkloru idi. Bu konuda çok geniş araştırmalar yaptı. Titizlikle hazırladığı birçok eser verdi. Mehmet Halit Bayrı 22 Ekim 1958’de vefat etti. Yani gelecek hafta Bayrı’nın 50. ölüm yıldönümü.

Mehmet Halit Bayrı 1951’de İstanbul’un yer adlarıyla ilgili folklor üzerine bir kitap hazırladı. Bu, konu hakkında yapılmış ilk ve en büyük çalışmaydı. Fakat Bayrı bu çalışmasını yayımlamadı. Bayrı’nın ölümünden sonra Hayat Yayınları bu çalışmayı Türk okuyucusuna kazandırdı.  Bende bulunan kitapta maalesef herhangi bir tarih yok. Fakat 60’lı yıllarda yayımlandığını tahmin ediyorum. Aşağıda bu kitaptan seçtiğim kısa bir bölüme yer vermeden önce, bu büyük araştırmacıya Allah’tan rahmet diliyorum.

Fener Burnu (Fenerbahçe)

Fener Burnu, Marmara Denizi’nde batıdan doğuya doğru uzanan bir yarımadanın son ucudur. Buraya Fener Burnu denilmesinin sebebi, Marmara’dan İstanbul’a gelen deniz nakil vasıtalarının hareketlerini kolaylaştırmak için kârgir bir kule üzerinde fener bulundurulmasıdır. Fener kulesi IV. Murat zamanında inşa edilmiş olup burada bir de III. Ahmet devrinde yaptırılan bir saray ve havuz vardı. Saray II. Mahmut’un saltanat yıllarında yıktırılmıştır. Fener Burnu ile biten yarımadanın ismi “Fener Bahçesi”dir ki, buradan Adalar, Bakırköy ve istanbul gerçekten çok güzel görünür. Fener Bahçesi, öteden beri istanbul’un bellibaşlı mesirelerindendir. Yaz aylarında halk, bu gönül açıcı mesireye kafileler halinde gelerek kıyılarda oturur ve sular karardıktan sonra evine döner.

Cuma ve pazar günleri Fener Bahçesi’nde araba gezintisi yapmak paralı ve mevkili aileler için eskiden gelenek kuvvetinde bir adetmiş. Yarımadanın sağ kıyısından Fener Burnu’na giden arabalar, sol kıyıdan Kızıltoprak’a doğru gelir ve bu devri bıkmadan tekrarlarmış. Gündüz saat 16-17 sıralarında başlıyan bu seyran, gece 21-22’ye kadar devam eder ve pek eğlenceli olurmuş.

İkinci Abdülhamit’in saltanat devrinde Ali Şamil adında Üsküdar ve havalisi kumandanı olan Kürt bir paşa varmış. Bu paşa hemen her gün arkasında birkaç süvari olduğu halde Üsküdar ve civarında semt semt, mahalle mahalle, sokak sokak at üzerinde dolaşır, bu arada Fener Bahçesi’ne uğramayı da ihmal etmezmiş. Ali Şamil Paşa, Fener Bahçesi’ne gelince kalabalığa hitaben, “Paydos!” diye haykırır, paşanın sert sesle verdiği bu emirden telâşa düşenler toplanıp mesireden uzaklaşırmış. Fakat arabalarında keyiflerine dalmış olanlar, paşanın paydos emrine dudak büker, o da buna hiç aldırmıyarak çekilip gidermiş.

Barış Özkök’ün bu yazısı 19 Ekim 2008 tarihinde Akşam Gazetesi’nde yayımlandı.

No responses yet

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir